DİKKAT!
Bu yazı çok fazla fotoğraf video içerir…
Evet biliyorum, farkındayım biraz fotoroman tadında oldu ama eminim sizler de benim kadar seveceksiniz. Zaten anladım ki biz millet olarak çok fazla okumuyoruz, fotoğraflara bakıp geçiyoruz nasılsa… Yoksa yanılıyor muyum? Yanıldığımı göstermek için yazının sonuna yorum bırakabilirsiniz elbette…
O kadar keyifli yerler ki Volos, Makrinitsa ve etrafı, fotoğraflara bakmaya doyamıyorum. Yüzlerce fotoğraftan, videodan eledim ama bunlara kıyamadım…
Öncelikle; 30 yıl kadar Volos Makrinitsa’da yaşayan Theofilos’un hikayesini aşağıdaki videodan izleyip, dinleyebilirsiniz… Video’da sevgilim Murat Can Canbay’ın anlatımıyla hem Theofilos’u tanıma, hem de Makrinitsa’yı kısaca dinleme fırsatını kaçırmayın bence…
Her şey Atina’da araba kiraladığımız yerdeki adam yüzünden oldu. Kulağımıza Volos’u fısıldadı… Bir de “Çipuro with meze” dedi. “Very good” dedi…
Oysa ki biz, Atina’da geçirdiğimiz keyifli iki günden sonra paşa paşa önceden planladığım gibi, önce Tasos adasında iki gün, sonra da Selanik’te iki gün kalıp, Kos üzerinden Bodrum’a dönecektik.
Volos Atina’ya 325 km mesafede bir liman şehri. Yaklaşık 3,5-4 saat sonra vardık Volos’a… Buranın çipuro (tsipouro) ve yanında meze veren restoranlarının meşhur olduğunu ve mutlaka tatmamız gerektiğini söylemişti arabamızı kiraladığımız adam… Çipuronun ne olduğunu bilmiyoruz. Yunanistan’a gittiğimizde bildiğimiz, içtiğimiz bir uzo vardır. Acaba bu nasıl bir şey diye meraklandık tabii… Limanda kıyı boyunca bizim görebildiğimiz belki otuz, belki kırk restoran var. Hepsinin tabelasında da “Tsipouro kai Mezes” (Çipuro ve meze) yazıyor.
Şöyle bir kısa turla restoranlara göz attıktan sonra içimizin ısındığı Lepi (Λέπι) ‘ ye oturduk. Burada sistem şöyleymiş. Küçük bir şişe çipuro ve seçtiğiniz 2 tane meze söylüyorsunuz. Fiyatı toplam 3,5 €. Şaka gibi… Mezeler öyle küçücük tabaklarda gelmiyor ve meze seçimini siz yapıyorsunuz.
Çipuro su katılmadan, buzla içilen, uzo ve rakıdan daha sert bir içki. Alkol oranı yüksek ama nasıl oluyorsa baş ağrısı yapmıyormuş. Denedik, test ettik doğru…
Mezelerin çoğu deniz ürünü. Ahtapot, karides, kalamar… Ne isterseniz var ve hem çok taze, hem çok lezzetli, hem de çok hesaplı.
İkişer tane çipuro ve yanında bir sürü lezzetli meze ile karnımızı doyurup toplamda 14 € ödeyince Volos’u bir anda çok sevdiğimiz fark ettik…
Ve burada kalmaya karar verdik…
Tabii kalmamıza bir başka sebep de içtiğimiz çipurolar… Hem alkollüydük, hem de artık güneş yavaş yavaş güne veda etmeye başlamıştı. Gece bir yerde kalıp, sabah erkenden yola çıkmak en mantıklı hareket olacaktı. Ben bir yandan booking.com dan yakın civarda otel bakarken, Murat da restoranın sahibine bu fikrimizden bahsetmiş. O da bir arkadaşının babasının Makrinitsa’da oteli olduğunu ve çok seveceğimizi söylemiş.
Makrinitsa neresi ki? diye sorduğumuzda “Çok yakın, bulunduğumuz yere 15-16 km” diyerek eliyle denizin tam ters yönünü gösterdi. Hemen haritadan yol tarifi aldım ve gözlerime inanamadım. 15 km yolun 40 dakikada gidilebildiğini ve kıvrım kıvrım yolları görünce anladım ki ciddi bir dağa tırmanacağız. Peki ya dönüş? Bu çıkışın inişi nasıl olacaktı? Benim yokuş aşağıya iniş fobim ne diyecekti bu işe?
Ben kafamın içinde fobimle cebelleşirken restoran sahibi adam da Makrinitsa’nın güzelliğinden, oradan izlenen gün batımının şaheserliğinden, otelin sahibinin cana yakınlığından bahsediyordu. Booking’e hemen otelin adını yazdım. Mansion & Home Margaritis Hem fiyat mükemmel (45 €/gece/oda) hem de Booking puanı 9,5… Temmuz ayında bundan iyisi can sağlığı, Fobimle cebelleşmeyi sabaha bırakmaya karar verdim ve Murat’a dedim ki, “Haydi gidelim”
Yemyeşil çam ormanlarının içinden geçiyorduk tırmanırken. Tırmanırken diyorum, Makrinitsa denizden 850 metre yüksekte bir köy. Neyse ki kalacağımız otel 650 metredeymiş…
Fakat tırmandıkça manzara inanılmaz güzel oldu. Aşağıda Volos ve koy çok güzel gözüküyordu…
Taş binalardan oluşan bu köye ve manzarasına ilk görüşte hayran kaldık… Doğası, temizliği ve taş işçilikleri muhteşem güzel…
Hele çatılarında kiremit yerine kullandıkları taşlar ve işçiliklerine hayran olmamak elde değil…
Köyün girişinde arabamızı park edip (içeri araba sokmuyorlar) otelimizi aramaya başladık. Fakat köyün tamamı yamaçta kurulu olduğu için hangi aralıktan aşağıya ineceğimizi bilemedik.
Köy çok bakımlı ve çok şirin gözüküyordu. Kaldığımıza değecek galiba…
Murat önden gidip bir keşif yaptı ve epey bir zaman sonra geri döndü. Bulmuştu… Mansion & Home Margaritis
Restoran sahibinden geleceğimizi öğrenen otelin sahibi Stefan (Στεφανος) bizi kapıda kucaklayarak karşıladı. Açıkçası böyle bir karşılama beklemiyorduk. Sanki Yunanistan’daki ağabeyimizin evine gelmiştik ve yıllardır görüşmüyorduk. Öyle bir sıcaklık, öyle bir güler yüzle karşıladı ki bizi Stefan, sanırsınız ki uzun süreden sonra tekrar evimize gelmiştik…
Tabii valizler aklımıza gelince otelde olduğumuzu hatırladık. Meğer biz yukarıdan gelmişiz. Otelin otoparkı aşağıdaymış. Murat arabayı aşağıya alıp valizleri de yukarıya taşırken oldukça zorlandı. Dağda yaşamak kolay değil. Buradaki evler yapılırken tüm malzemeler katır sırtında taşınıyormuş…
Stefan’ dan evin hikayesini dinledik. Ev, binsekizyüzlü yıllarda yapılmış aile konağıymış. Bina taş fakat çok eskiymiş ona kaldığında…
Uzun yıllar ev olarak kullandıktan sonra ciddi bir restorasyonla pansiyon haline getirmişler.
Toplam beş odası var… Odalar, geleneksel mobilyalarla döşenmiş.
Kirişli ahşap tavanlar, kilimler ve şömineli odalarda gerçekten evinizdeymişsiniz gibi hissediyorsunuz…
Bazen önceden çalışmadan, araştırmadan öyle güzel yerlere denk geliyoruz ki, işte burası da onlardan biriydi ve halimizden çok hoşnuttuk…
Bizden başka iki çiftin daha kaldığını söyledi Stefan. Civarı dolaşıp akşam döneceklerini söyledi ve hemen bir şişe çipuro ve bardaklarla geldi. Biz Volos’ta içtiğimizi söylesek bile bunun içki olmadığını, ilaç olduğunu “Farmaaakooo” diyerek anlatmaya çalıştı. Biz de o gece ilaç niyetine bol bol çipuro içtik…
Biri Çinli diğeri Amerikalı bir çift ile, Yunan avukat çift de gelince sohbet çok keyifli oldu. Bir ara Stefan içeriden gitarını aldı geldi ve Yunanca şarkılar söylemeye başladı. Bildiklerimize eşlik ettik, hatta Murat Türkçe, o Yunanca söyleyince çok keyifli oldu. Murat bir ara benim doğum günüm için bu seyahate çıktığımızı söyleyince benim için de söyledi Stefan. İlk defa duyduğumuz parçalar vardı. Kendi bestesi olduğunu söyledi. Tabii ki o dakikalara kadar Yunanistan’ ın ünlü bestecilerinden biri olduğunu bilemezdik Stefanos Margaritis’ in…
Gece aşağıda ışıl ışıl Volos manzarası, nefis dağ havası ile mis gibi bir uyku uyuduk…
Ve sabah penceremizden böyle bir manzaraya uyandık… Deniz seviyesinden 650 metre yukarıda 5-6 saat uyumak yetiyormuş. Onca içilen çipuroya rağmen bir gram baş ağrısı yok. Yazının başında demiştim denedik, test ettik diye…
Baş döndürücü güzellikteki manzarada kahvaltımız hazırdı…
Stefan’ın eşi Viki hazırlıyordu kahvaltıları… Akşam görememiştik kendisini. Volos’taki restoranlarını işletiyor iki oğluyla. Gece geç saatte geldiği için tanışamamıştık…
Herhalde hayatımda hiç bu kadar hamur işi ile ve de bu kadar doyurucu bir kahvaltı yapmamışımdır…
Kahvaltıdan sonra ünlü medyum Stefanos kahve falıma baktı…
Viki ve Stefan o kadar güzel ağırladılar ki bizi biz bir gece daha burada kalmaya karar verdik. Hem daha Makrinitsa’yı ve etrafını görmemiştik. Viki’ye akşam Volos’taki restoranlarına gideceğimize söz verip kahvaltıdan sonra etrafı keşfe çıktık.
Makrinitsa, Pelion bölgesinin en güzel köyü… Yemyeşil doğası, tarihi dokusu ve dar yollarında katır konvoylarının geçtiği geleneksel yapısıyla bizi büyüledi.
Oldukça dik bir dağ olan Pelion dağının yamacına kurulmuş Makrinitsa köyü bembeyaz, bakımlı taş evlerden oluşuyor. Mitolojide Makrinitsa’nın diğer adı, Pelion’un balkonu olarak geçiyormuş…
Beyazlık ve temizlik birbirine ne kadar çok yakışan iki kelime…
Makrinitsa’ya yaz kış turist geliyormuş. Kışın Pelion dağındaki kayak merkezi oldukça ilgi çekiyormuş. Deniz manzarasına karşı kayak yapmak oldukça keyifli olsa gerek…
Daracık patika yollardan köyün merkezine doğru keyifle yürünüyor.
Köyün meydanında ortasında kocaman çınar ağacının olduğu bir kahve var. Burada nefis körfez manzarasında serin serin kahvenizi içebiliyorsunuz…
Meydanında çeşmesi ve küçücük kilisesiyle Makrinitsa, bizi etkilemeye devam ediyor…
Zamanın içlerini oyduğu asırlık çınar ağaçları, Temmuz’un en sıcak günlerinde bile meydanı serinletmeye yetiyor. Hatta verdiği serinlik üzerinize bir şey almayı bile düşündürtüyor zaman zaman…
Köyün taş yollarında tırmanırken hediyelik eşya dükkanları, restoranlar, butik oteller ve keyifli evlerden oluşan, temiz, düzenli, itinalı bu köye hayranlığımız da tırmanıyordu…
Stefan’ın bize mutlaka gidin dediği bir yer vardı. Theofilos Ouzeri…
Midilli doğumlu, hatta bir dönem İzmir’de yaşamış Yunanlı ünlü bir ressam Theofilos’un adının buraya verilmesinin önemli bir sebebi var…
Çipuro parasına resimlerini satan Theofilos’un bu restoranda oldukça büyük bir duvar resmi bulunuyor…
Bu bölgede ceviz ve fasülyenin bir çok çeşidi yetişiyor.
Hayranlığımızın tırmanışı bizimle birlikte devam ediyor. Sanat galerileri köyün zenginliklerinden…
Ve her yerden inanılmaz güzel körfez manzarasını izleyebiliyorsunuz…
Makrinitsa’ya çok yakın bir köy olan Stagiates, çok daha küçük ama bir o kadar da sevimli bir köy. Yol üzerinde kahve içmek için durduğumuz Καφενείο Βρύση ( Cafe Vrysi) de hem kahvelerimizi içtik hem de yeni dostlar edindik…
Fıskıye Kafe anlamına gelen Cafe Vyrsi henüz çok yeni. Bir hafta olmuş açılalı… Biz oradayken o köyde yaşayan bir beyin gelmesiyle ve bize nereden geldiğimizi sormasıyla ortam birden çok sıcak bir sohbet havasına döndü. Eşinin ailesi Türkiye’den göç etmiş ve bu köye yerleşmişler…
Mary ise oralı ve Nikos ile birlikte bu kafeyi işletiyorlar. Birlikte fotoğraf çektirmeyi ben istemiştim ama sandalyeye çıksaymışım keşke… Fotoğrafa dikkatlice bakarsanız parmak uçlarımda olduğumu görebilirsiniz. Ama yine yetmemiş… Şaka bir yana Facebook aracılığı ile arkadaşlığımız devam ediyor, keyifli işleri olsun…
Bir başka yakın köy de Portaria…
Birbirine çok benzeyen mimari dokusu ile bu köylerden Portaria’yı ayıran özellik, daha çok 5 yıldızlı ve diğerlerine göre biraz daha büyük otellerin olması. Yine hepsi geleneksel dokuda, ve hepsi çok bakımlı…
Akşama doğru Volos’a inmiştik. Öyle güzel yemyeşil çam ormanlarının içinden geçtik ki, nasıl indiğimi, fobime ne olduğunu hatırlamıyorum. Yendim galiba…
Krokiou sokakta sağlı sollu bir sürü taverna akşam yemeği için hazırlanıyordu. Biz de biraz dolaştıktan sonra söz verdiğimiz gibi Viki’nin restoranına gittik.
Sokakta unuttuğumuz bir ses dolaşıyordu ve yanımıza geldi. Laterna…
Makrinitsa’ya doğru yola çıktığımızda yağmur atıştırmaya başlamıştı. Stefan’ın aniden bastıran sağnak yağmurlardan bahsettiğini hatırlamıştık ama bu öyle bir şey olmaz diye umut ettik. Fakat yolda öyle bir yağmur yağıyordu ki silecekler yetişmiyordu. Bir yandan şimşekler çakıyor, gök gümbür gümbür gürlüyordu. Otoparka kadar geldik ama arabadan çıkmak mümkün değil. Bir de arabadan inince yukarı neredeyse 70-80 basamak tırmanmak gerekiyor. Bir süre arabada dinmesini bekledik ama nafile, bardaktan boşanırcasına yağıyordu. Ve sanırım yine evren benim sesimi duydu. Sadece dedim ki, yukarı çıkana kadar dursun, sonra sabaha kadar yağsın. Bir anda yağmur damlalarının sesi pıtır pıtır olmaya başladı ve durdu. İnanılır gibi değil… Basamakları ikişer üçer atlayarak çıktık, Stefan bizi yarı yolda şemsiyeyle karşıladı. O anda yağmur tekrar başladı. Sadece yağmur olsa iyi. Gökyüzü çakan şimşeklerin ışığından gündüz gibi aydınlanıyordu…
Bir süre terasta şemsiyelerin altında mis gibi havayı içimize çekerek yağmuru izledik. Daha sonra içeriye bara geçip hep birlikte farmakolarımızı içtik…
Bu candan insanı ve farmakolarını yıllar geçse de unutamayacağımıza eminim…
Odamızın penceresinden uzun bir süre yağmuru ve ışıl ışıl Volos’u izledikten sonra mis gibi kekik kokuları arasında uykuya daldık…
Sabah yağmur dinmişti. Ve yine dağ kekiği kokuları ile güne uyandık…
Sabah veda vakti gelmişti… Bu güzel iki insana ne kadar teşekkür etsek az gelir. Hiç düşünmediğimiz, hesapta olmayan olağanüstü iki gün geçirmiştik. Aslında büyük teşekkür Atina’da araç kiraladığımız, kulağımıza Volos ve çipuroyu fısıldayan adama gitsin…
Yolunuz Volos’a ve Makrinitsa’ya düşerse, Stefan ve Viki’ye sevgilerimizi iletin ve benden bir farmako için…
Sevgiyle yollarda kalın…
Füsun
Daha fazla bilgi ve fotoğraf için aşağıdaki adreslere tıklayıp takibe almanız yeterli… ?
A bir de paylaşım yaparsanız tam süper olur… ?
WEB SİTE takip için ABONE olmayı unutmayın http://fusyollarda.com/
YouTube kanalıma da ABONE olmayı unutmayın lütfen ?https://www.youtube.com/channel/UCbyV…
İNSTAGRAM takip için https://www.instagram.com/fusyollarda/
FACEBOOK sayfa beğenisi için https://www.facebook.com/fusyollarda/
İLETİŞİM için : info@fusyollarda.com
harikasınız füs ve murat 🙂
Sen de öylesin Minecim… 🙂
Dünya işlerini bitirip hemen yola çıkacağım, bu güzellikleri dünya gözüyle görmeden öbür tarafa gitmeye niyetim yok. Nasılsa yaşım müsait daha seksene gelmedim.
Çok güzel bir anlatım ile çok başarılı bir tanıtım, tebrikler.
Hiç bir şey için geç değil… 😉
Ayrıca çok teşekkür ederim. Hem beğeni, hem de yorum için… 🙂
Okumaya doyamadım doğanın güzelliği insanlarının güzelliği ile birleşip öylesine güzel bir hal almış ki görmeyi düşünemiyorum dahi
büyük bir keyifle okudum??
#Farmaaakoo #çipuro #VOLOS #Makarinitsa #Stefan&Viki
Çok teşekkür ederim… 🙂 Gördüğümüz ve yaşadığımızın ne kadarını yansıtabiliyorum yazılarımda bilemiyorum ama sanırım bi parça da olsa güzellikleri aktarabiliyorum…