Ah bu benim bitmez tükenmez gezme sevdam… Nasıl da bahaneler yaratıyorum gezmek için.
Özel günleri ve kutlamaları özenle geziye dönüştürmeye bayılıyorum. Yine bunlardan biri olan sevgililer günü için önceden gizli gizli çalışmalarımı başlatmıştım. Kriterlerimden biri, Murat’ ın da benim de görmediğimiz bir yer olmasıydı. Prag ikimizin de görmediği ve ikimizin de görmek istediği bir yerdi.
Aylar öncesinden uçak biletlerimizi almış, gezeceğimiz yerleri çalışmış, otel rezervasyonumuzu yapmıştım. Bu işler o kadar keyif veriyor ki, ben sanki seyahate aylar öncesinden başlıyorum. Döndükten sonra da fotoğraf düzenlemeleri ve notların alınmasıyla benim 3 günlük gezim adeta 3 ay oluyor.
14 Şubat günü uçağımız belirtilen saatte Prag hava alanına inmişti.
Murat, hava alanından merkeze gidiş ile ilgili önerilerini (metro, otobüs, servis vs) anlatarak çıkışa doğru ilerlerken, elindeki pankartla şoförümüzü gördüğünde şaşkınlığını gizleyemedi.
Tabii ki önceden transferimizi düşünmüştüm. Otelimizi de beğendirdim ya değmeyin keyfime…
Otelimiz, (telaffuzu oldukça zor olan) Hotel U Tří Pštrosů beğenilmeyecek gibi değil. Prag Kalesi’ ne giden yolun üstünde, Karl Köprüsü’ nün (Charles Bridge) hemen başında. Gün içinde üzerinden yüzlerce insanın geçtiği, hava kararmaya başladıktan sonra insan sayısının azaldığı, gece ise kimseciklerin kalmadığı ve müthiş aydınlatma ile birlikte masalsı görünüme bürünen köprü. Şehir başlı başına bir masal zaten…
Köpüklü Çek Şarabı ile karşılanıp, otele eşyalarımızı da koyduğumuza göre bir an önce kendimizi sokağa atmalıydık. Şehri görmek için sabırsızlanıyordum.
Sokağa çıkıp, Karl Köprüsüne döndükten sonra Sevgililer Günü için olduğunu düşündüğümüz coşkulu kutlama seslerinin geldiği yöne doğru ilerledik. Her yer bayram yeri gibi.
Çeşit çeşit sokak lezzetlerinin satıldığı, müzik gruplarının olduğu, herkesin dans ettiği, farklı kostümler giymiş insanların bulunduğu, köprünün hemen yanındaki meydana indik.
Aylardan şubat olmasına rağmen şansımıza hava soğuk değil, üşütmüyordu. Ya da şahane bir masalın içine düştüğümüzden biz fark etmiyorduk…
Gelir gelmez genci-yaşlısı, çocuğu-büyüğü mutlu yüzlerle karşılaşmak, doğru zamanda doğru yerde olduğumuzu hissettirdi bize.
Ne iyi yapmışız da gelmişiz Prag’ a…
İstemeye istemeye buradan ayrılıp, tekrar Karl Köprüsü’ nün üzerine çıktık. Vltava Nehri‘ nin üzerindeki köprülerden üzerinde en çok bulunulması gereken köprünün, her iki ucunda bulunan kulelerinin arasını kaldığımız günler boyunca farklı saatlerde defalarca geçtik. Otelin konumu bize bu imkanı sağladı ve köprünün hemen hemen her saatini yaşadık ve sevdik. Tabii ki en çok da el ayak çekilince…
Köprünün üzerinde hepsinin ayrı ayrı ilginç hikayeleri olan 30 heykel var. Bir rivayete göre heykellerdeki rölyefe dokunanlar Prag’ a tekrar gelirlermiş.
Prag’ a tekrar gelir miyiz bilmem ama hazır gelmişken Kafka Müzesi’ ne gitmeliyiz dedik ve hayatını Prag’ da geçirmiş olan Franz Kafka adına yapılmış olan müzeyi gezdik.
Zaten Kafka Müzesi neredeyse kaldığımız otelin arkasındaydı. Otelden çıkıp sağa dönünce bu muhteşem şirin sokağa geliyorsunuz. Sokağın adı Mienska… Mienska bizi müze’ ye kadar keyifle götürdü.
Bu arada Prag sokaklarında dolaşırken tatlı ve tarçınlı bir koku sizi mahvedebilir dikkatli olun benden söylemesi.
Prag tatlısı olarak bilinen ve bizim kokoreç görüntüsünde olan Trdelnik, tarçın ve yanık şeker kokusuyla neredeyse şehri sarmış durumda… Kısaca Trdlo diyor Çekler. Değişik bir lisan Çekce. Üç dört sessiz harfi yan yana yazıp okumayı becerebiliyorlar.
Trdlo’ nun Türkçe karşılığı makara demekmiş. Aslında içi boş, bizim simit gibi ama o koku var ya o koku…
SAAT KAÇ ?
Sıra geldi meşhuuur Astronomik Saat‘ in de bulunduğu Old Town Square‘ e gitmeye… Merak ediyoruz tabii nasıl bir saat bu saat… Nasıl oluyor da aynı anda hem içinde bulunulan ayı, mevsimi, saati, burçları gösterir? Göreceğiz tabii ama sokak sokak dolaşarak 15 dakikalık yolu beş saatte geldiğimiz için meydana vardığımızda hava kararmıştı. Ama ne de güzel olmuş… Her yer ışıl ışıl…
Meydana gelir gelmez karşıki binada bulunan Galery of art Prague’ de olan sergiler gözüme çarptı… Mucha, Warhol ve Dali… Mutlaka kaldığımız süre içinde en az birini gezmeliydim.
Biz de herkes gibi saat başına üç beş dakika kala saat kulesinin önünde yerimizi aldık. Yüzlerce insan kulenin altında, telefonlar kameraya ayarlı, kafalar yukarıda bekleşiyoruz. Meğer her saat başı böyleymiş burası. Öyle merakla bekliyor ki herkes hayal kırıklığına uğramaktan korkuyorum.
Ve beklenen an geldi. Saat çaldı, iskelet figürünün ipi çekmesiyle iki kapı açıldı ve beklenen 12 havari sırasıyla yerlerinden çıkmaya başladı. Horozun çıkmasıyla da diğer simgesel figürler bir kapıdan çıkıp diğerinden içeri girdiler.
Çok kısa süren bir olay. Ama bence esas olay saatin çalışma sistemi. Bu saati yapan şaatçi Hanuş Usta‘ yı kör etmişler ki bu şahaseri başka bir yerde yapmasın diye. İyi ki o dönemlerde yaşamamışız diye düşündüm… İyi iş yaptın mı gözlerle vedalaşıyorsun….
Nazım Hikmet Prag’ da yaşadığı yıllarda bir gün bu saatin olduğu meydana gelir, saat kulesine bakar ve ağzından şu dizeler dökülür:
Hasretlerle delik deşik
Eski kentte duruyordu
Meydanlıkta, yapayalnız
Gotik bir duvar üstünde
Hanuş Usta’ nın saati
On ikiyi vuruyordu
Güneşli bir güne özlem
YEMEK SAATİ
Gezmeye gideceğimiz yerlere, yemek mekanları ile ilgili önceden araştırıp, bilgilenip gitsek bile bazen önünden geçerken bizi içeri çağıran mekanlarda olmayı da çok seviyoruz. İşte köşebaşında bizi oldukça etkileyen VKolkovne Restauran onlardan biri. Oldukça bol porsiyonları, güler yüzlü personeli ve çok uygun fiyatları ile Prag’ daki ilk günümüzün sonunda bizi mutlu etti.
KALEYE ÇIKALIM MI?
Ertesi gün Prag Kalesi’ ni gezmeye karar verdik.
Otelin arkasındaki Kafka Müzesi’ ne giden yoldan devam edip, bizi kalenin arka kapısına ulaştıracak olan merdivenlerin başına geldiğimizde basamakların sayısı biraz ürküttü tabi.
Fakat basamakları çıktıkça muhteşem Prag manzarası yorgunluğumuzu aldı…
Kale kapısında kurşun askerler tarafından karşılandıktan sonra “Altın Yol” dedikleri yoldan sarayı gezmeye başladık. Kalenin içindeki meydana giden bu yolda bir kaç sanat müzesi, dükkanlar hatta bir de oyuncak müzesi var.
Meydana geldiğimizde yoğun bir kalabalık ve zengin bir görsellik ile karşılaştık. Katedrallerden oluşan binaların soğukluğunu St.George Kilisesi‘ nin canlı rengi biraz yumuşatmış olsa da yoğun ve soğuk taş yapıların kasveti tabii ki mevcut.
Hemen karşımızda olağanüstü Gotik mimari örneği olan St.Vitus Katedrali’ nin doğu kulesinin olduğu bölüm kasvetli de olsa bizi o yöne doğru çekti.
Okuduğum kadarıyla edindiğim bilgilere göre Katedralin bulunduğu bölüm yılda sadece 15 gün tamamiyle güneş alıyormuş. Yani yılın neredeyse tamamı soğuk ve karanlık. Bir de kilisenin cephelerinde ürkütücü hayvani heykeller de eklenince kasvetten geçilmiyor. Meğer bu ürkütücü ve kasvetli hava özellikle bilerek yaratılmış. Amaç insanlar üzerinde korku etkisi uyandırmak. O dönemdeki cahil insanları kilisenin içine çekmek için. Hani, dışarısı tekin değil, kilisenin içi hem sıcak hem de aydınlık.
Gerçekten de içeri girdiğimizde renkli vitraylardan içeri sızan ışığın muhteşemliğine hayran kaldım.
Dışarıdan bakıldığında hiç farkedilmeyen bu dev vitrayların her birinde ayrı hikayeler anlatılmış.
Dışarı çıktığımızda geri dönüp ürkünç ve kasvetli yapıya bir daha baktım.
Muhteşem işçilik ve detaylar bir yana Gotik mimari gerçekten (tabii bu en uç örneği) ürküntü verici.
Sanırım o yüzden aram pek iyi değilmiş Gotik’le.
Saray muhafızlarının değişim törenini de izledikten sonra klasik tac giyme törenini de gerçekleştirdik. Ve kaleden, muhteşem Prag manzarasına son bir bakışla ayrıldık.
Otelimizin önüne geldiğimizde bir sürü kırmızı araba ile karşılaştık. Prag’ ı gezmek için Hop On Hop Off City Tour Bus dışında bu kırmızı renkli eski klasik arabalar da kiralanıyor.
Ben bu kırmızı arabaları çok sevdim. Şehre o kadar yakışmışlar ki. Çok şık aksesuar gibi duruyor Prag’ da…
Bu sefer Charles köprüsünden karşıya geçmeden sağa dönüp Kampa adasında ilerlerken meşhur emekleyen bebeklerle karşılaştık.
Çılgın Çek sanatçı David Cerny bebeklerle, insanların yetişkin olmasına ehliyetlerinin olmadığını, vücudun gelişip büyümesine rağmen kendilerini geliştirmeden hala bebek gibi davrandıklarını anlatmak istemiş. Haksız da değil.
Prag’ da bir çok yerde David Cerny eserlerine rastlayabilirsiniz. Bunlardan biri de Kafka Müzesi’ nin bahçesinde bulunan karşılıklı işeyen adam heykeli de oldukça enteresan. Mafsallı olarak hareket eden heykeller Çek haritasından oluşan bir havuzun içindeler ve hareket ederek işerken Çek ünlülerin isimlerini yazıyorlarmış…
Kampa Müzesi’ nde gözlerimizi şenlendirip yola devam ediyoruz ve nehrin karşısına Most Legii köprüsünden geçiyoruz.
Amacım bir an önce Tancici dûm’ u görmek ama o kadar güzel ki her yer, yine kafam yukarıda binaların cephelerine hayran hayran bakarak hedefe doğru ilerliyoruz.
Ve köprünün bitiminde kafamı sola çevirdiğimde, Nazım Hikmet’ in sıkça bulunduğu Kavarna Slavya Cafe’ nin olduğu bina ile karşılaştım. Ve orada iken Orhan Veli’ den bahsettiği şiiri buraya yazmak istedim…
“Slavya Kahvesinde Şair Dostum Tavfer`le Yarenlik
Slavya kahvesinde dostum Tavfer’le
Viltava suyuna karşı oturup
tatlı tatlı yarenliği severim.
hele sabahları hele baharda.
Hele sabahları hele baharda
Konuşurken dalar dalar gideriz,
Bir yitirir, bir buluruz birbirimizi
Hele sabahları hele baharda
Prag şehri yaldızlı bir dumandır
Ve kızıl kocaman bir elma gibi
Nezval geçer taze çıkmış kabrinden.
paramparça yüreciği de elinde
ve Orhan Veli ile karşılaşırlar
Urumelihisarı’ndan gelir o
Ve telli kavağa benzer Orhan’ım
Yüreciği delik deşik onun da.
Biz de aynı loncadanız biliriz Tavfer
zanatların en kanlısı şairlik
sırların sırrını öğrenmek için
yüreğini yiyeceksin, yedireceksin.
Prag şehri yaldızlı bir dumandır.
Viltava suyunun köpüklerine
Martı kuşlarıyla gelir İstanbul.
Lejyonerler köprüsüne gidelim Tavfer,
Martı kuşlarına ekmek verelim.
26 Nisan 1958, Prag Nâzım Hikmet”
BİNALAR BİNALAR…
Korunmuş binaların cephelerinde Art Deco, Art Nouveau, Barok, Rönesans arasında yolculuk yapıyorum.
Detaylara takılmıyorum. Şehrin ahengi o kadar dengeli ki, sanıyorum kendimi Vltava nehrinin kıyısında bu akışa bırakmak istiyorum.
Buram buram aşk kokan bu şehirde, hele bir de yanımda sevdiğim varsa bundan daha iyisi olabilir miydi?
Tam da bu düşüncelerle ilerlerken Tancici dûm (Dans eden binalar) karşımda belirdi.
Mimar Frank Gehry’ nin bu binaları da kendilerini akışa bırakmış ahenkle dans ediyorlar adeta. Dedim ya burası masalsı bir aşk şehri. Bunun benim aşık olmamla hiç ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Belki de aşık bir çok sanatçının burada yaşamış olması bu duyguyu veren. Kafka’ dan Nazım Hikmet’ e bir çok sanatçının eserleri şehrin her yerine sinmiş. Hissetmemek mümkün değil…
Sırada Wenceslas Meydanı (Vaclavske namesti) var.
Tarihte bir çok olaylara tanık olmuş bu meydan tüm isyanlarını yeni ve şık mağazalarla, restaurantlarla gizlemeye çalışsa bile nafile. 750 metre uzunluğundaki bu meydanda (aslında bulvar) yürürken o dönemlerden kalan binaların fısıltısını hissetmemek mümkün değil.
Bana biraz da dantel kanatlı güvercinler fısıldadı…
Seyahate çıkmadan önce çalıştığım, maps Google dan dolaştığım her yeri görmek gibi bir isteğim oluyor gittiğim zaman. Sokakları, caddeleri, binaları dolaşarak belki de kendimi test ediyorum.
Böyle yapınca heyecanı, sürprizi kalmaz diyenler oluyor. Ama hiç de öyle olmuyor. Gitmeden önceki sanal çünkü.
Benim birayla aram pek yoktur. Hatta hiç aramam. Ama Prague Bira Müzesini sokak sokak aradık…
Meğer Çek birası çok meşhurmuş.
O kadar meşhurmuş ki müzesi bile varmış. Prague Beer Muzeum da neredeyse 50 çeşit bira var.
Kitap gibi menü hazırlamışlar ve tüm biraların hikayeleri, içinde neler olduğu yazıyor.
İnsanın kafası karışıyor. Hangisi daha iyidir ki diye düşünürken hemen bir teklifle geliyorlar.
10 ayrı birayı test etmen için tepsi içinde küçük bardaklarda seçtiğin biraları getiriyorlar.
Bir tadım uzmanı edasıyla gelen biralardan en sevdiklerimizden sipariş ettik. Tercihim, filitresiz biralardan yana oldu.
Oldukça keyifli bir deneyim oldu bizim için.
Akşam yemeği için daha önce çalışmadığım, otelimize giderken Charles Köprüsü’ den görüp gözümüze hoş gelen Kampa Park ‘ ı tercih ettik.
Yine doğru seçim, yine keyifli yemek ve ortam. Nehrin kıyısında, köprünün hemen yanındaki bu hoş restaurantta damak tadımıza uygun yemek ve şarabı ile anılarımızda yerini aldı.
BİRAZ DA SU ÜSTÜ OLALIM
Bir gün sonra, içinde nehir turunun da bulunduğu günlük City Tour Bus bileti aldık. Bu sistemle bir şehri gezmek hem çok kolay hem de eğlenceli oluyor. 24 saatlik biletle hem şehri geziyorsun hem de istediğin durakta inip, istediğin durakta tekrar binip devam ediyorsun.
Bir de şansımıza kulağımıza taktığımız sesli rehberde Türkçe çıkmaz mı?
Taktık kulaklıklarımızı ve Prag’ ın sokaklarında başladık dolaşmaya.
Gözüme değen o kadar çok şey oldu ki…
Bina cephelerindeki Art Deco çizgiler…
Bir çok binada kullanılan heykeller, freskler…
Kapılar…
Kısacası her şey…
Şehri gezmek için bir de ginger deneyelim dedik. İlk kullanacaklar için kısa bir eğitim veriyorlar ve dengeni de sağlayabiliyorsan harika bir şey. Bende sanırım denge sorunu var…
Ginger denemelerinden sonra nehir teknesine bineceğimiz iskeleye tam zamanında vardık.
Prag nehirden de çok güzel…
YA MÜZİK?
Buraya kadar gelip konser dinlemeden olmaz.
Mimarisi ile hayran kaldığım Municipal House içinde Vivaldi’ nin Dört Mevsim ile günün yorgunluğu son buldu.
BU SERGİ GEZİLECEK!
Artık ilk gece gördüğüm ve buradan dönmeden mutlaka görmeliyim dediğim Andy Warhol sergisine gidebiliriz.
Serginin enerjisi o kadar yüksek ki kapanış saatine kadar kaldık…
Ve sonunda Andy ile vedalaştık.
I’m OK
Gecenin kapanışını Avrupa’ nın en büyüğü sayılan Hard Rock Cafe Prague de yaptık. Dört katlı binanın her katının duvarlarında dünyanın en ünlü Rock yıldızlarının hediyeleri sergileniyor.
Tavandan galeri boşluğuna sallandırılan binlerce pırlanta taştan oluşturulmuş gitar gerçekten göz kamaştırıyor.
Nazım Hikmet Kafe Slavia’ da pencereden gözüken “Karluv Most”, yani “Charles Köprüsü”‘ne bakarak iki dize yazar:
“Hele sabahları hele baharda Prag şehri yaldızlı bir dumandır”
———————–
Füsnot: Buram buram aşk kokan şehir Prag
Daha fazla bilgi ve fotoğraf için aşağıdaki adreslere tıklayıp takibe almanız yeterli… ?
A bir de paylaşım yaparsanız tam süper olur… ?
WEB SİTE takip için ABONE olmayı unutmayın http://fusyollarda.com/
YouTube kanalıma da ABONE olmayı unutmayın lütfen ?https://www.youtube.com/channel/UCbyV…
İNSTAGRAM takip için https://www.instagram.com/fusyollarda/
FACEBOOK sayfa beğenisi için https://www.facebook.com/fusyollarda/
İLETİŞİM için : info@fusyollarda.com
Füsun’cuğum Prag görmek istediğim şehirlerden birisi .O güzel akıcı anlatımınla,duygu ve yaşam sevinci ile dolu olan yüreğinin bizlere yansımaması neredeyse imkansız.Bizleri neredeyse gidip görmüş kadar bilgilendirdiğin için ellerine, emeğine ve yüreğine sağlık ♥️??
Çok teşekkür ederim Sergül’cüm ve bence hiç vakit geçirmeden gidip görmen dileğimle çok öpüyorum ?