Anne tarafından köklerimizin dayandığı Saraybosna’ yı uzun zamandır görmek istiyordum. İşte dedim, sevgili annemin doğum günü bunun için tam bir fırsat…!
Annem bu yıl 70 yaşına neden dede topraklarında girmesin? Hem o da hiç görmemiş. Ona hiç çaktırmadan canım kardeşlerimle aylar önceden gizli gizli tüm organizasyonu yaptık. Annemin süresi biten pasaportunu da bin bir yalan uydurarak uzattık. Saraybosna’ ya gideceğimizi neredeyse son gün öğrendi diyebilirim…
Sarajevo havaalanında aprona indiğimizde hala şaşkındı annem. Fakat gümrükten geçip valizleri alıp sokağa çıktığımızda bir sürpriz daha bekliyordu onu…
Kardeşleri bir gün önceden gelmiş, pankartlarla havaalanının kapısında bekliyorlardı. Annem şaşkınlık üzerine şaşkınlık yaşarken biz de organizasyonun aksamadan yürümesinin haklı gururunu yaşıyorduk.
O tarihlerde iş dolayısıyla Sarajevo’ da bulunan kuzenim Başak’ ın eşi Taylan, Residence Inn Marriot ‘ da organizasyon dahilinde yerimizi ayırtmıştı. Hemen eşyalarımızı otele bırakıp şehri gezmeye başladık.
İçinden su geçen şehirleri hep sevmişimdir. Saraybosna da bu konuda yanılmadığımın bir örneği. Miljacka Nehri şehrin ortasından akıyor ve şehrin iki yakası birbirine bir çok köprüyle bağlanıyor. Durağanlıktan kurtaran hareketi sanki bu nehir veriyor şehre.
Özellikle köprülerden bir tanesinin önemi çok büyük. Latin Bridge. Okul yıllarında, tarih kitaplarında okuduğumuz bir olayın başlangıç noktası. 1. Dünya Savaşı… 1914 Yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Ferdinand ve eşi Sofia, bir Sırp tarafından süikast düzenlenerek öldürülmüş. Latin Köprüsü üzerinde gerçekleşen bu olay 1. Dünya Savaşı‘ nın başlamasına sebep olmuş.
Nehir boyunca ve şehrin bir çok yerinde 1992-1995 tarihleri arasındaki savaşın izleri binaların cephelerinde açık açık görünüyor.
Önce fakir bir ülke imajını veren bu görüntülerin nedeninin, o acıyı unutmamak ve unutturmamak için binaların onarılmaması, kurşun izlerinin bilinçli olarak bırakılması olduğunu öğrendik. Bir çok yerde de bununla ilgili yazılara ve anıtlara rastladık.
Bir acı olay da; 1896 yılında belediye binası olarak tasarlanan ve inşa edilen, 1. Dünya Savaşı sonrasında kütüphaneye çevrilen Vijecnica binasının, 1992 yılındaki savaşta Sırplar tarafından bombalanıp tamamen yakılmış olması. ABD, Avusturya, İtalya ve Sovyetler Birliği‘nin katkılarıyla koleksiyonu oldukça genişleyen kütüphane, içindeki binlerce kitap ve el yazmaları da tamamen yanmış. Şimdi tekrar restore edilmiş ama maalesef içi boş bir kütüphane…
BOŞNAK İNADI
Bu kadar iç karartıcı bilgilerden sonra yüzümüzü güldüren bir evle karşılaştık. Meşhur Boşnak inadını temsil eden İnat Kuca evi. Bir Boşnak torunu olarak tabii ki oldukça ilgimi çekti.
1992 savaşında yakılan Vijecnica Belediye Binası’ nın inşa edileceği yıllarda, yapılması düşünülen yerde Boşnak bir adamın evi varmış. Adam burada benim evim var, evimi yıktırmam demiş. Neler teklif ettilerse de bir türlü ikna edememişler. Adamın inadı inat. En sonunda bir şart koşmuş.
Evin tek tek, tuğla tuğla nehrin karşı kıyısındaki yere taşınarak aynısının yapılması. Ve dediğini de yaptırmış. Santim santim ev karşı kıyıya taşınmış. Şimdi bir restaurant olarak hizmet veren binanın adı İnat Evi anlamına gelen İnat Kuca olarak kalmış.
Hazır yeri gelmişken söyleyeyim; damarlarımda Boşnak kanı var, kimse inatlaşmasın benimle….
Havanın griliğine inat, Vijecnica kütüphane binası ile İnat Kuca arasındaki Šeher-Ćehajina ćuprija Köprüsü üzerinde, tatlı inatçı Boşnaklar olarak renkli bir fotoğraf oluşturduk.
Saraybosna’ ya gidip de Boşnak böreği yemeden olmaz. Gerçi rahmetli anneannem çok güzel yapardı, tadı hala damağımdadır. Annem de ondan el almış olacak ki onun yaptığı da harikadır. E ben de fena yapmam. Başçarşı içinde Buregdzinica Bosna ‘ da yediğimiz börekler de muhteşemdi. Patatesli, kıymalı, peynirli hepsi harikaydı. Üzerine Trileçe tatlısı ile de yemek olayını taçlandırdık.
SINIRDAYIZ
Saraybosna 400 yıl Osmanlı, sonra 100 yıl da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu egemenliğinde kaldığından her dönemin mimarisini, farklı kültür izlerini görebilmek mümkün. Özellikle Ferhadija Caddesi’ nde bulunan Sarajevo Meeting Of Cultures (Kültürlerin Buluşması) noktasından batı yönüne baktığınızda tamamen batı mimarisi ve Avusturya-Macaristan kültürünü görüyorsunuz.
Caddenin doğu tarafında ise, Saraybosna’ nın sembolü olan Sebil’ e kadar uzanan Başçarşı ile birlikte bir çok Osmanlı mimari örnekleri var.
Bıçak gibi kesilen bir hat olmasına rağmen, Saraybosna’ da, Boşnaklar (Bosnalı Müslümanlar), Sırplar (Ortodokslar) ve Hırvatlar (Katolikler) huzurlu bir şekilde yaşıyorlar.
İlk günün yorgunluğunu Boşnak kahvesi içerek atıyoruz. Pişirme ve sunum şekli olarak bizim Türk kahvesi ile aynı. Tabii ki lezzet de.
Yorgunluğumuzu attıktan sonra akşam yemeği için hazırlık yapmak üzere otelimize döndük. Gideceğimiz yer hakkında bilgim yok. Taylan’ a güvenimiz sonsuz…
Enfes Saraybosna manzarası, şık atmosferi, nefis Bosna yemekleri, şarapları, müzikleri, müzisyenleri ve son derece ilgili garsonları ile Kibe Restaurant ‘ a hayran kaldım. Taylan’a seçiminden dolayı bir kez daha teşekkür ediyorum. Keyifli yemek sonrasında doğum günü kutlama pastalarımızın ilki ile, öncelikle annemin ve herkesin mutlu olduğu bir günü geride bıraktık.
MOSTAR BİZİ BEKLER
Ertesi sabah bizi Mostar’ a götürecek olan minibüsümüz otelin kapısında bekliyordu. Hemen kahvaltımızı yapıp yollara düştük. havaalanından kocamı da karşılayıp yola devam ettik. Ilidža’ yı geçtikten sonra bir yol ayrımından devam edip harika bir parka geldik. Vrelo Bosne Parkı, kuvvetli suların aktığı, yemyeşil, bol ağaçlı bir park. Şehre bu kadar yakın, neredeyse içinde sayılacak bir parkın olması insanı mutlu ediyor.
Saraybosna Mostar arası yaklaşık 130 kilometre. Yol, dağlık ve virajlı olduğundan çok fazla sürat yapılamıyor. Biz de manzaranın tadını çıkarttık.
Oldukça yeşil, yer yer akan nehirler, nehirlerin üzerinde köprüler ve tünellerden oluşan yol çok keyifliydi.
Tabi Mostar’ a geldiğimizde köprülerin en şahanesi bizi bekliyordu. Ama öncesinde şehre girip aracımızı park ettikten sonra savaşın izleri yine içimizi acıttı.
Binalardaki top ve mermi izleri insanı ister istemez o yılları düşünmeye itiyor. Kim bilir ne acılar yaşandı, ne canlar yandı…
Halâ da yaşanmıyor mu dünyanın bir çok yerinde?
Savaşlar olmasın….
Çarşıyı geçtikten sonra yemyeşil akan Neretva nehrinin üzerindeki Mostar Köprüsü karşılıyor bizi tüm güzelliği ile. Bu zarif köprü Mimar Sinan’ ın öğrencisi Mimar Hayreddin tarafından yapılmış. 1566 da bitirilen köprü 9 yılda tamamlanmış ve Osmanlı Mimarisi’ nin en güzel örneklerinden.
Ve tabi Bosna Savaşı sırasında bir çok zarar gören yapı gibi, 1993 te Hırvatlar tarafından tamamen yıkılmış, kullanılamaz hale gelmiş. İnsanın gerçekten içi acıyor.
Savaştan sonra Türkiye başta olmak üzere, Avrupa Birliği restorasyon çalışmalarına başlamış. 15 milyon dolar harcanarak aslına uygun olarak tekrar yapılan köprü, şimdi Unesco Dünya Mirası listesinde…
Şansımıza hava açık ve çok güzeldi. Mostar’ ın ve Mostar Köprüsü’ nün muazzam görüntüsünün keyfini çıkarttık.
Bu arada bir gelenekmiş… Mostar’ lı gençler köprünün en yüksek noktasından cesaret atlayışı yapıyorlarmış. Biz de tam köprünün ortasındayken, biri çıktı ve kendini aşağıda akan Neretva nehrinin soğuk sularına gözlerimizin önünde bıraktı. Şaşkınlıktan hiç birimiz o anı fotoğraflayamadık.
Fotoğraflayamadığımız çok şey var ama taş zeminleriyle, çarşı sokaklarıyla, Cevapcici köftesiyle Mostar’ dan çok lezzetli anılarla ayrıldık…
HEP SU KENARINDA OLSAK
Mostar’ dan dönerken Balagay Alperenler Tekkesi’ne uğradık. Yaklaşık 20 km sonra Buna Nehri’ nin doğduğu yerdeydik.
Çok dik ve yüksek bir dağın altından gürül gürül akan su ve yemyeşil bir ortamda kurulmuş olan Alperenler Teknesi, Bosnalılar tarafından milli anıt kabul edilirmiş.
Türk Hükümeti buraya oldukça yatırım yapmış.
Açıkçası beni tekkeden daha çok Buna Nehri ilgilendirdi. Suyun dağın altından çok sakin gibi çıkması, sonrasında aşırı bir ivmeyle, minik şelaleler oluşturarak yoluna coşkun bir şekilde devam etmesini saatlerce izleyebilirdim.
Bir merdivenle suya kadar inebiliyorsunuz. Bir de merdivenin hemen yanına zincirle tas asmışlar. Kaynaktan su içme olayı yani.
Şifa niyetine buz gibi sudan içtik. Oldukça lezzetli, diri ve duru bir su… İşte ben Buna su derim.
SARAYBOSNA’ DA BİR BAR
Zlatna Ribika
Otele dönüp, günün yorgunluğunu hafifçe attıktan sonra Saraybosna’ da gece hayatına bir göz atalım dedik. Turistik olmayan, daha çok yerel halkın gittiği yerleri tercih ediyoruz genelde. Kardeşim Fatih’ in daha önce araştırdığı ve gidelim dediği bir bar için kaldığımız otel resepsiyonundan yol bilgisi almak istedik ama daha önce hiç duymadıklarını söylediler.
O sırada bizi Mostar’ a giderken hem şoförlüğümüzü hem de rehberliğimizi yapan Nermin geldi otele. Nermin’ in Bosnalı bir erkek olduğunu belirtmem gerekiyor.
Nermin de bilmiyordu söylediğimiz barı ama adres varsa ben sizi götürürüm dedi ve kendi arabasıyla çıktık yola. Tripadvisor ‘ dan adres bilgisiyle zor da olsa bulduk mekanı.
Zlatna Ribica tamamen antika ve vintage eşyalar ile tasarlanmış bir mekan. içeriye girdiğinizde herşey yüzünüzü gülümsetiyor. Çünkü orada bulunan eşyalar mutlaka hayatınıza en az bir kere girmiştir.
Tavandaki Art Deco ve Art Nouveau lambalar, masaların altındaki ayaklı dikiş makinaları, hepsi çalışır durumda olan, irili ufaklı bir sürü siyah-beyaz tüplü televizyon ve daha neler neler.
Tuvalette bile incelemek için uzun süre kalabileceğiniz bir sürü eşya ve yine çalışır durumda eski tüplü bir televizyon var.
Oldukça küçük bir mekan Zlatna Ribica’ da çalan müzikler de muhteşem. Servis yapan kız da ortama uygun giyinmiş. Adeta zamanda yolculuk yapıp buraya düşmüş gibiyiz.
Ayrıca fiyatlar da mükemmel. Türkiye’ dekinin yarı fiyatını ödedik içtiklerimize.
Zlatna Ribica Boşnakça “Altın renkli süs balığı” demekmiş. Bir bara neden bu isim verilir bilmem ama biz bu balığı ailecek sevdik…
ALIŞVERİŞ ZAMANI
Saraybosna’ da son günümüzü alışverişe ayırdık. Alışveriş deyince yanlış anlaşılmasın, hediyelik eşya alışverişi değil. Et alacağız…
Gradska tržnica et ve süt ürünlerinin satıldığı, kapalı bir pazar yeri. Fiyatlar inanılmaz ucuz. Peynirler şahane. Hepsinden alıp götürmek istiyor insan ama çok zor.
En iyi kuru eti almak için bir kaç yerde tadına bakıyoruz.
Hepsi birbirinden lezzetli.
Sonunda damak tadımıza uyan bir standtan sucuk ve kuru etlerimizi alıyoruz.
VEDALAŞMASAK OLMAZ MI?
Nedendir bilmem gezmeye gittiğim her yerden dönmek, orayla vedalaşmak hep zor gelmiştir bana. Belki tam oraya ısındığımdan, belki daha görecek çok yeri olduğundan, belki de bir daha oraya gidememe ihtimalim olduğundan, bilemiyorum…
Yine de Saraybosna’ ya hoşçakal deme zamanı geldi işte.
Veda için önce kentin en büyük katedrali olan Sacred Heart Cathedral (Kutsal Kalp Katedrali) ini ziyaret edip, mumlarımızı dikerek dualarımızı ettik.
Son olarak da, 2. Dünya Savaşı sırasında dört yıl süren işgalin bitmesinin ilk yıl dönümünde (1946) yakılmış ve hiç sönmemiş olan Sonsuz Ateş (Vječna vatra – Eternal Flame) önünde saygı duruşunda bulunuyoruz.
Ve tüm temennimiz, yaşanan acılar tekrar yaşanmasın ama unutulmasın da…
Havaalanına gelip uçağa bindiğimizde annem mutlu bir şekilde doğum günü hediyesi için bize teşekkür etti. Halbuki bilmiyordu ki sürprizlerimiz daha bitmedi, devam edecek.
İstanbul’ a indiğimizde akşam olmuştu. Eve gitmeden bir yerlerde yemek yiyelim diye annemi götürdüğümüz mekanda, annemin diğer kardeşleri, akrabaları, arkadaşları ve dostları hepsi Fatoş maskesi takmış bizi bekliyordu.
Şok üstüne şok yaşayan annemin yüzünden mutluluğu okumanın verdiği haz da bize yeter. Nice sağlıklı yaşlar Fatoşcum…
Yorgun ama mutlu şehir Saraybosna gezimizde belki de biraz geçmişimizin izlerini sürdük. Türkçe bilenlerle sohbetler ettik. Annem yıllardır konuşmadığı Boşnakça’ sı ile neredeyse bize rehberlik etti. Ve uzun yıllardan sonra ilk defa ailece birlikte tatil yaptık.
Bu gezi hepimize iyi geldi.
Füsnot: Saraybosna’ ya gitmek için bahane aramaya gerek yok. Mutlaka gidilmeli…
Bu gezi ile ilgili daha çok fotoğraf mı görmek istiyorsun? İşte burda
İnstagram’ daki paylaşımlarımı da mı merak ettin? İşte o da burda ffustagram
Bir de etiket vereyim kolaylık olsun #fusyollarda
Beynine kalemine sağlık Fuscum. Cok keyifle okudum. Allah annene uzun ömürler versin
Biz de anacığıma benzer bir doğum günü kutlaması yapmıştık. Ana kaybı çok acı oluyor. Cok duygulandım. Sarsybosna ya gitmedim, programa girmeli demek kii
Gitmediysen mutlaka görmelisin Canan… Hatta belki Montenegro ile birleştirilebilir bu seyahat… 😉
Yorumun için çok teşekkür ederim… Ben de sizi takipteyim. Selamlar sevgiler…
Keşke Aliaja Izzetbegovıç’in de meftun olduğu şehitliği de ziyaret edebilseydiniz Saraybosna’da!
Çok haklısınız ziyaret etmeliydik. Fakat zaman kısıtlı olunca bazı şeyleri atlayabiliyorsunuz… Kısmet olur da bir kez daha gidersem mutlaka ziyaret edeceğim…