Şimdi bu 3G de ne diyeceksiniz… Hatta biz 4,5G ye geçtik, çok hızlı diyenleriniz bile olacaktır…
Yok bu öyle bir şey değil. Evet hızlıydı… Hızlı olmaması mümkün mü?
3G (Genç Gezginler Gezisi) ile Trakya turu hem hızlı, hem de dopdoluydu…
Sevgili(m) eşim Murat Can Canbay radyoda müthiş bir program yapıyor.
Adı GECE SEYRİ… Geçen sene TRT FM de yayınlandı, bu sene Radyo1 de Gecenin İçinden GECE SEYRİ olarak devam ediyor… Her hafta bir gezgini konuk ediyor.
Bu gezginler nereleri geziyorlar, nasıl gidiyorlar, kaç ülke gezmişler her şeyi anlatıyorlar. Hepsi çok genç ve blogları var. Tüm bunları bloglarında da yazıyorlar. Harika, dinamik bir program.
Aslında hepsi kendi başlarına geziyorlar ama bir gün toplu bir gezi yapmaya karar veriyorlar. Cüneyt Durhan “GEZGİNİN AYAK İZLERİ” önderliğinde ve Trakya Kalkınma Ajansı ev sahipliğinde TRAKYA’DA ZAMAN temalı gezi düzenliyorlar. İşte oluyor size 3G…
Ve bu geziye Gece Seyri’ ni de davet ediyorlar… Yani bizi… programın sahibi, ben de naçizane programın isim annesi olarak Haziran’ ın 25 inde düştük yollara.
SEYAHAT BAŞLIYOR
İzmir’ den İstanbul’ a Burçak ve Orhan Tuna ile aynı uçakla gittik. Onları önceden tanıyorum. Çok tatlı bir çift… Gezilerini yazdıkları “GEZMEK GÜZEL” adında blogları var. Bloglarının ismini çok beğeniyorum, çok güzel…
Ekip bizi Atatürk Havaalanından aldı ve Trakya’ ya doğru yola koyulduk. Kalabalık olacağımız için iki araç ayarlanmış. Diğer araç Anadolu yakasından geliyor…
Bizim araçta kimler mi var? Erkut Özen “KEŞFET.TV” , Gökhan Erdoğan “UZAK ROTA” , Cüneyt Durhan “GEZGİNİN AYAK İZLERİ” , Zehra Simay Serdaroğlu “SUPERNICEVISIT” , Bestami Köse “PLANSIZ GEZGİN” , Taflan Kandemir-Barış Evrüke “KEŞFETSENE” , Kerimcan Akduman “I CAN TRAVEL” , birlikte geldiğimiz Burçak-Orhan Tuna “GEZMEK GÜZEL” ve biz… Bir çoğunu ismen, okuduklarımdan ve duyduklarımdan dolayı tanıyorum ama hepsiyle o gün tanışıyoruz…
Ekip nasıl şahane, nasıl neşeli anlatamam.
Bir süre sonra diğer araçla da buluşup ilk durağımız Şato NUZUN “CHATEAU NUZUN” üzüm bağlarına gitmek üzere Marmara Ereğlisi’ nden Çeşmeli’ ye doğru dönüyoruz…
Yemyeşil bağların ortasındaki binalarında şarap yapımı üzerine bilgiler aldık.
Mahzeni gezdikten sonra şarap tadımı da yaptık. Bu konuda eksik olduğumu bir kez daha fark ettim…
Oradan ayrılırken damağımda kalan tatları anlamaya çalışıyordum…
UÇMAKDERE
Veeee…. Şimdi beni en çok heyecanlandıran aktivite için Uçmakdere’ ye gidiyoruz. Hayatımda en çok yapmak istediğim şey uçmak… Yüzümde rüzgarı hissederek sonsuz mavilikte gökyüzüne dokunmak. Beşer kişilik gruplar halinde hazırlıklar yapılıyor. Biz ikinci gruptayız. Aşağıya inip sıramızı bekliyoruz. Yamaç paraşütü yapanların indiği sahildeki kampta inenleri karşılayıp fotoğraf çekiyoruz. İnenler çok mutlu, bende heyecan dorukta…
Sıra bize geldi…
Yukarı çıkardılar bizi ve hazırlıklarımızı yaptık. Beni uçuracak olan Ferdi’ nin oğlum Ege ile aynı yaşta olduğunu öğreniyorum. Ferdi’ nin arkamdan “Hiç durmadan aşağı doğru koş” demesiyle koşuyorum ve iki saniye sonra ayaklarım yerden kesiliyor, uçuyorum…
Şu anda bu duyguyu anlatmak için kelime bulamıyorum…
Önce alçak uçuş yaptırıyor Ferdi… Ayaklarımız neredeyse ağaçların dallarına değecek. Daha sonra açık deniz üzerinde süzülüyoruz. Allahım bu ne güzel bir duygu… Boşuna kuşlara özenmiyormuşum…
Böyle huzurlu huzurlu süzülürken birkaç atraksiyon yapıp adrenalimi iyice doruklara çıkarmayı başardığı için Ferdi’ yi tebrik ediyorum…
İnişim de çok başarılı oldu. Hatta Burcu Canbulat “GEZİ TOZU” ve Gökhan Hepşen “YOLDAKİ” iniş anımı fotoğraflamışlar, pek hoşuma gitti…
Tekirdağ Yamaç Paraşütü Kulübü TEYAK ‘ a çok teşekkürler…
Bizden sonra yağmur başlayıp rüzgar uygun olmayınca biz uçanlar Tekirdağ’ a doğru devam ettik. Sonraki grup biraz bekledikten sonra onlar da muradlarına ermişler ve hatta daha yüksekten atlayıp uçmuşlar.
ŞARKÖY
Tekirdağ demek benim için Şarköy demek. Şarköy demekse çocukluğum…
Her yaz tatilini anneannemin Şarköy’deki yazlık evinde geçirirdim…
Sapsarı ayçiçeği tarlaları, Çatpatkaraduman (ayçekirdeği), Şarköy kirazı beni o günlere götürmeye yeter…
Tekirdağ Karacakılavuz köyüne yemeğe davetli olduğumuzu öğrendik. Köye giderken ayçiçeği tarlalarının içine daldık… Poz poz fotoğraflarını ve fotoğraflarımızı çektik.
Köye geldiğimizde bir okul bahçesine hazırlanmış masalar, masalarda köy kadınlarının yaptığı yöresel yemeklerle karşılandık.
Bir de üzerine folklorcuların bizim için hazırladıkları gösterilerini izledik…
Ordan da yine Karacakılavuz’ lu köy kadınlarının el emeği göz nuru dokudukları kilimleri görmek üzere atölyelerine gittik. Bu kadınlar hem geleneği devam ettiriyorlar hem de ev ekonomisine katkıda bulunuyorlar.
Bir ara öğrencilik zamanımda ben de minik bir tezgah yapmıştım kendime. Tabii ki kilim değil, atkı, kaşkol boyutunda bir tezgahtı. Çok zevkli ama bir o kadar da zor bir iş…
Hızlı, dolu dolu, çok keyifli bir günün ardından dinlenmek üzere otelimiz Ramada Tekirdağ’ a kendimizi attık. Tabii başta dedim ya 3G bunlar diye… Alper Metin “ÇELEBİ ALPER” in odasına bir baskınla geceyi uzatmaya niyetliler. Biz de bir süre sohbete katılıp ayrıldık. Eeee… Biz o kadar genç değiliz…
SAROZ KÖRFEZİ
Ertesi gün rotamız Saroz Körfezi… Dalış yapacak olanları Saroz’ un mavi sularına bıraktık.
Hayatımda bir kez daldım, evet çok keyifliydi ama nedense denizin üstünde olmak daha fazla keyif veriyor bana…
Biz de Erikli sahilinin kumlarında keyif yaptık.
Bu arada ekibin diğer yarısı da çok keyifli… Tuğçe Makarnacı “BİLİNMEYEN ROTA” hem çok genç, hem de kadın başına, bir de tek başına geziyor. Ben bu çiftin enerjilerine bayılıyorum Neslihan-Orkun Özkaya “GEZGİN ÇİFT”. Şehir şehir dolaşıp notlar tutan Gizem Telci “ŞEHİR NOTLARI”, ayağının tozuyla bir seyahatten dönüp bize katılan Ufuk Akkuş “GEZEN KELEBEK”, bildiğim kadarıyla henüz onların bloğu yok ama çok geziyorlar Fatoş-İsmail Acar “SUPER ACAR”, son gün bize katılan, gezmekte sınır tanımayanlardan Seyhan Ahen “GEZMENİN SONU YOK” ve en gencimiz, şu anda sırt çantası ile uzak dağları aşan Deniz Dağaşan “GEZGİN DENİZKIZI”. Hepsini tanıdığım için çok mutluyum. İçimde var olan gezme aşkını daha da depreştirdi bu 3G… FÜSYOLLARDA sayfasını da ara ara onlardan gelen “hadi zamanı geldi artık” dürtmeleri ile açtım. İyi ki varlar…
UZUNKÖPRÜ
Edirne yolunda Ergene nehri üzerinde bulunan, Anadolu ve Balkanları birbirine bağlayan tek köprü olan Uzun Köprü’ yü görmeye gittik…
174 kemeri var ve 1.392 metre uzunluğunda…
Görmek lazim…
Keşke hak ettiği değer verilebilse diye düşünmeden edemiyor insan…
Yol boyunca gördüğümüz her ayçiçeği tarlasında durup tarlaya dalışımızı unutamıyorum.
İnsana mutluluk veren bir görüntüsü var bu çiçeklerin…
Ya da bana öyle geliyor…
BALKAN SAVAŞI MÜZESİ
Bir sonraki sabah Edirne Balkan Savaşı Müzesi ile başlıyoruz güne…
Edirne savunucusu Şükrü Paşa Anıtı ve müze 26 Mart 1913 Balkan Savaşı ve şehitleri anısına yapılmış.
Şükrü Paşa ve askerlerinin Balkan Savaşları‘ nda 3 ay ne kadar zor koşullar altında Edirne‘yi savunduğunun kanıtıdır bu müze…
Günde iki öğün yemek, bir öğün üzüm hoşafı diğer öğün ise kumlu ekmek… Ruhları şad olsun tüm askerlerimizin…
Sırada Sultan II. Beyazıt Külliyesi Sağlık Müzesi “Darüşşifa” var.
Osmanlı döneminde hastaların tedavi yöntemleri içinde müzikle tedavi oldukça yer tutuyormuş…
EDİRNE SARAYI
Edirne Sarayı‘ nın girişinde bir köprü var. Adı Fatih Köprüsü…
Fatih Köprüsü‘ nün hemen arkasındaki kule mahkeme kararlarının verildiği Adalet Kulesi…
O zaman verilen kararları düşünemiyorum…
Buraya kadar gelmişken Kırkpınar Er Meydanı‘ nı görmeden olmaz dedik…
Ve hatta bazıları buraya kadar gelmişken güreş tutmadan olmaz dedi, güreşe durdu…
MURADİYE CAMİİ
Selimiye Camii’ ne gitmeden önce Muradiye Camii’ ne gittik…
Yapım tarihi ve mimarı bilinmiyor.
Anlatılan efsaneye göre II. Murat rüyasında Mevlana Celaleddin-i Rumi‘yi caminin şimdiki bulunduğu noktada görmüş ve hemen buraya Mevlevihane yaptırmış. Sonra da cami olarak kullanıma açılmış…
Sade ve muazzam bir mimarisi var ve o muazzamlıkta iç süslemelerde kullanılan çiniler beni benden aldı… Muhteşem renkleri ile kabartmalı çiniler etkileyiciydi…
SELİMİYE CAMİİ ve MİMAR KOCA SİNAN
Selimiye Camii ile ilgili muhteşem sözü bile az kalıyor… Mimar Koca Sinan’ ın önünde saygıyla eğilmekten başka bir şey yapamıyor insan…
Meşhur Edirne ciğerini yemek üzere Niyazi Usta’ da mola veriyoruz ve lezzetin doruklarında yolculuğa devam ediyoruz…
Yemekten sonra kahvede çay içip, Edirne çarşı esnafı ile sohbetler ettik… Edirne sokaklarını şenlendirdik…
Avrupa’ nın en büyük, dünyanın da en büyük üçüncü Sinagogu Edirne’ de imiş…
Büyük Edirne Sinagogu’ nun geçmişi 1492 yılına kadar dayanıyormuş.
1905 yılında çıkan büyük yangında yanan Sinagog, padişah II. Abdülhamit‘in fermanı ile yeniden inşa edilerek 1907 ‘de hizmete girmiş.
1983 yılına kadar da ibadete açıkmış. Yahudilerin Edirne’ yi terk etmesinin ardından yıkılmaya terk edilmiş.
Beş yıl önce restorasyonuna başlanmış, yeni bitmiş ve birkaç ay önce de açılışı yapılmış…
Duvar bezemeleri daha başarılı olabilirdi diye aklımdan geçirsem de böyle bir değerin kazanılmış olması hoşuma gitti…
Karaağaç’ a doğru giderken burayı çok seveceğimi hissetmiştim.
Trakya Üniversitesi’ nin Rektörlük binası eski Edirne Tren Garı…
II. Abdülhamit devrinde yaptırılmış.
Arka bahçesinde eski bir lokomotif var.
Yine bahçesine yapılmış olan Lozan Anıtı, Lozan Anlaşması ile Karaağaç‘ın tekrar Türk topraklarına kazandırılmasını temsil ediyor…
Eski Tren Garı‘ nı ziyarete giderseniz uğramadan geçmeyin…
Burası Yunanistan sınırına o kadar yakın ki, bir an “hazır gelmişken geçsek mi acaba?” diye aklımızdan geçirmedik değil. Kapıdan döndük…
Edirne’ye döndüğümüzde çarşıda herkes kendi başına dağılıp dolaşmaya başlayınca biz de çarşıda yürüdük ve ben de Saraçlar Caddesi‘ ndeki binaların fotoğraflarını çektim.
En çok dikkatimi çeken şey ise cadde boyunca iki katlı çok güzel binalardı. Fakat gözükmüyorlardı. Hem bakımsızlıktan hem de tabelalardan.
Bizim bir huyumuz var. Gittiğimiz yerde gördüğümüz olumsuzlukları belediye başkanlarının twitter hesabına yazıyoruz. Eleştiri iyi bir şeydir, yapıcıdır, uyarıcıdır…
Hemen Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan’ a twitterdan kısaca yazıp gönderdik. Aradan beş dakika geçmeden beklediğimiz, teşekkür dolu twit geldi.
Eleştirileri dikkate alacağını söylüyordu. Bu keyifle kahvelerimizi yudumluyorduk ki oturduğumuz kafeye geldi… Kim mi? Belediye Başkanı Recep Gürkan… Biz twitterla aynı anda evrene de mesaj göndermişiz… Kendisiyle tanışıp sohbet ettik, bir de fotoğraf çektirdik günün anısına…
İĞNEADA LONGOZ ORMANI
Son gün yolumuz uzun. İğneada Longöz Ormanlarına gideceğiz. Neredeyse Bulgaristan sınırı…
Karadenize de kıyısı var. Burası Türkiye’ nin 39. Milli Parkıymış. Bataklıklar, subasar ormanları, tuzlu ve tatlı su gölleri ile muhteşem bir doğa…
Çok çeşitli ağaç türünden oluşmuş, boylu ve sık bir orman. Bu ormandaki yürüyüşümüz daha uzun olsaydı dedik…
Biraz güneye doğru devam ettiğimizde Kıyıköy’ e geldik. Burası da ayrı bir cennet… Kıyıköy’ün kıyısında sahilde kamp alanları var. Tepedeki çay bahçesinden manzara harika… Damağımıza bir parmak bal çaldılar…
En kısa zamanda tekrar gelip aşağıda keyif yapasım var…
——————————————————-
Füsnot: A be yazının başından beri kendimi zor tuttum beya… Trakya şivesi avaya soktu beni ep yazayım dedim ama yazamadım ya… Bu 3G kızancıklarını çok seviyom beya…
Tırnak içine aldıklarım hepsinin blog sayfaları… Bir tıkla onların dünyalarındasınız…
Bu gezi ile ilgili daha çok fotoğraf mı görmek istiyorsun? İşte burda
İnstagram’ daki paylaşımlarımı da mı merak ettin? İşte o da burda ffüstagram
Bir de etiket vereyim kolaylık olsun #füsyollarda